Psikolog ya da sosyolog olmadığım için hemen taze taze yazı yetiştirmeye çalışmadım Gezi ile ilgili. Zamanını bekledim ve aldığım notları revize ederek yayına sokmak istedim. Böyle olunca daha duru, duygulardan arınmış olduğunu düşünüyorum.
Gezi Parkı Eylemleri hakkında ilk andan şuana kadar aldığım pek çok not var. Dosyamı kontrol ettim ve 1219 tane de caps ve resim mevcut. İlginç bir kaynak oluşturmuşum.
Sosyolog değilim ancak ticaretle tanıştığım günden (2000 yılı) 2007 yılına kadar amatörce, sonrasında da bugüne kadar eğitim sektöründe yer almamla profesyonel olarak insan davranışlarını sürekli analiz etmek ile ilgilendim. Siyasi yorumlamalardan arındırarak yorumlarımı aktarmaya çalışacağım.
Benim bu olaylar sonrasındaki başlığım şu: Erk Beceriksizliği ve Devlet Düşmanlığı.
Yaşanan olayların en başından itibaren yanlış iletişim stratejilerinin izlenmesi Erk’in en büyük beceriksizliğiydi. Buna akıl tutulması şeklinde bir tweet atmıştım. Hala anlayabilmiş değilim. Öte yandan orantısız baskın ve polis uygulamaları da müthiş tahrik etti. Geziyi masum insanlar planlamadı ancak bu tür eylemleri planladığını düşündüğüm kimi art niyetlilerin ekmeğine Erk yağı da sürdü balı da sürdü.
Vatandaş seni sevmeyebilir, icraatlarını görmezden gelebilir, muahlif olabilir. Hakaret, küfür olmadıkça, saygı çerçevesinde kalındığı sürece hepsiyle bire bir iletişim kurulmalıdır. Hakaret, küfür saygı sınırlarını aşan noktada ise aracılar ile iletişim kurulmalıdır. Savaşan devletler dahi iletişimde kalırken Erk’in “Banane siz bana hakaret ettiniz, sövdünüz” diyerek küsmesi olmaz. Tabii ağır hakaret ve küfürleri de asla savunmuyorum. Bu tür ifadeleri sarf edenler insanlıktan nasiplerini alamamışlar. Erk ipin ucunu kaçırdıktan sonra belirli kesim ile görüşse de fayda etmedi. İş işten çoktan geçmişti.
Konuşmayı seven bir Başbakanımız var. Konuştukça da açılan bir yapıda genelde. Böyle olunca tabii “Çapulcu” gibi sözler de sarf edildi ve yanlışlar daha büyük yanlışları doğurdu. Bu, Başbakanın art nyetli bir hakaret ya da suçlaması değil. Kendisini destekleyenlere koyun, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam, hatta çok daha fazlaları itham edildi yıllardır. Bu ağır ithamlardan dolayı belirli kesim siyasi görüşünü dahi paylaşamıyor çünkü tepki alacağını düşünüyor. Bence mahalle baskısı! Bunların da yarattığı etki ile yanlış sözcükleri de telaffuz etti diye düşünüyorum. Doğru mu? Bin kere yanlış!
Özgürlükçü dostlara: evrensel ve toplumumuza mal olmuş değerlerin hiçbirini bir grup tekeline alamaz. Dil, din, ırk, Padişahlarımız, Atatürk, Bayrak, Vatan vs… Her biri paylaşıldıkça anlam kazanan değerlerdir. Öte yandan hiç kimse kafasına göre bir parkı/meydanı işgal edemez! Benim oradan sükunet içinde geçiş hakkımı kimse alamaz. Esnafın rahat bir ortamda ticaret yapma hakkını kimse alamaz! Anayasa’da hak! Eyvallah, anayasada verilen hakkı yerel yönetimler toplumun refah ve huzuru için düzenlemiş, ona uymak zorundayız hep birlikte. Hepimize sunulan toplantı ve gösteri alanları açık ve net belirtilmiş. İkonlaştırma çabalarını art niyetli gördüm ne yazık ki. İtirazımız varsa, hukuk içerisinde hak aranmalı, yakma yıkma hakkı bizde olmamalı!
- Kanal basıp baskı yapmak özgürlük değildir’
- Kızdığın kanalın mikrofonunu yere atmak özgürlük değildir, büyük saygısızlıktır’
- Aynı düşünceyi paylaşmadığımız kişilere vatan haini demek özgürlük değil, hadsizliktir!
1) Olayların Patlak Vermesi: Sabaha karşı yapılan baskın, çadırların toplanması ve yakılması büyük bir eylemin fitili oldu. Hatayı kabul etmeyen yok, Başbakan da kabul ediyor ancak herkesin beklediği açık bir dil ile bunu söylemiyor. (Sebebini yukarıda paylaştım)
2) Barışçıl Eylemin Vahşete Dönüşmesi: Kitap okuyan, karanfil uzatan gençlerin yerini, fitil sonrası, olayı manipüle etmek isteyen gruplar aldı. Bunu berrak bir şekilde Beşiktaş’ta gördüm. Yakılıp yıkılan araç, çevreye verilen zarar gerçekten çok büyük. Art niyetli örgüt ve kişilere bu fırsatı veren kucaklayıcı dili kullanamayan erk sahipleri oldu. Hemen akabinde de eyleme katılan barışçıl gençler tabii. Düşmanımın düşmanı dostumdur misali aynı safta durmak ne yazık ki pahalıya mal oldu. Terör örgütü bayraklarının yer alması, kol kola gezilmesi büyük talihsizlikti. Molotof atılan, arabaların yakıldığı özgürlükçü eylem görmemiştim hiç. Buna prim vermemeliydi kimse.
3) Muhalefetin Körüklemesi: Erk sahiplerine muhalif kanatların fırsat bilmesi, iktidar olma sevdasının ülke ve insan sevgisinden ağır basmasıyla yaptıkları fitillemeler, neticenin büyümesine sebebiyet verdi. Yaklaşık 12 yıldır siyaseti yakından takip ediyorum. Muhalefetin sorumlu davrandığını neredeyse hiç görmedim. (Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim beyanı: “Eğer bizi seçerseniz terörü bitiririz.” Seçmezsek formülü açıklamayacakmış!)
4) Sanatçıların Rolü: Muhalif pozisyonda bulunan sanatçıların olayları körüklediğini düşünüyorum. Sanatçı muhalif olabilir ancak sorumlu davranarak akılcı ve kucaklayıcı davranmalıdır. En önde kol kola girip naralar atarak ne yazık ki ilkel davranılmıştır. Savaşlar artık fiziksel değil, eylemlerin fiziksel olmasını anlamakta güçlük çekiyorum. (Bu arada bazı gruplar müthiş besteler ve yaratıcı eylemler yaptılar. Bence gerçek sanatçı onlardı.)
5) Polisin Tutumu: Öncelikle polis halkın huzurunu korumakla görevlidir. Belirli bir grubun değil, tamamının. Özgürlük eylemleri toplumun bütünün huzurunu kaçırıyorsa polis müdahale eder. Ancak bazı noktalarda öyle hatalar yapıldı ki “İnsan gerçekten hayret ediyor.” Örneğin polisin uykusuz günlerce çalıştırılması. Sizce böyle bir insanın psikolojisi nasıl olur? Makul davranış beklemek ne kadar doğru? Akıl almaz hatalar zinciri…
6) Taksim Platformu: Ne olduğu belli değil. Ne istediği belli değil. Kimlerin ne amaçla yer aldığı belli değil. Belli olan tek şey Gezi Parkı ile prim yapması ve makul dışı dayatmaları. Gençleri böyle bir platformun temsil etmesi ve buna göz yumulması kabul edilemez!
Ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Ülke olarak hepimizin utancı olduğunu düşünüyorum!
Gezi ile ilgili çok şey var ancak yazının daha fazla uzamasını istemiyorum. Olimpiyatlar ile bağlayıp sonlandıracağım.
Maalesef olimpiyatları finalde kaybettik. Ülkemiz adına bizleri temsil eden, emek harcayan tüm herkese teşekkür ederim. 35 milyon nüfusa sahip teknoloji merkezi Japonya’nın göz bebeği Tokyo’ya kaybetmiş olmak büyük bir gurur.
Bu duruma sevinenler ne yazık ki akıl tutulması yaşıyorlar. Ekonomik açıdan eleştirip de sevinenleri bir nebze anlarım, ki buna da verilecek yanıtlar var. İkna olacaklarını da düşünüyorum. Ancak bayram havasında kutlayanların, Erk’in yenilgisi olarak görenlerin büyük bir yanlış içinde oldukları çok açık ve nettir. Birileri mutlaka uyandırmalı!
Yazılacak pek çok nokta var ancak toparlamak isterim:
- Swoboda‘nın Kemal Kılıçdaroğlu‘na randevu vermemesine sevinmek = Olimpiyatları alamamıza sevinmek.
(Kılıçdaroğlu: “Erdoğan=Esad” dediği için randevu verilmedi. Bu benzetme kabul edilir bir şey değil ancak yabancıyı ilgilendirmez, ben ülkemin insanını savunurum.) - Atılması gereken pek çok adım var. Az laf çok iş ile hep birlikte huzura kavuşacağımızı düşünüyorum.
- “Biz yaptık.” söylemi yerine “Hep birlikte yaptık” söylemi kullanılmalı.
- Güzide ülkemizin selayeti için herkes sorumlu davranmalı.
- Kimse siyasi görüşünden dolayı ayrıştırılmamalı, hakarete uğramamalı.
- Hatalarımızı kabul edebilmeliyiz, özür dilemek erdemdir.
- Ve bu ülke hepimizin, birlikte yaşayabilmeliyiz…
Hiçbir insan terörist/kötü olarak doğmaz. Onu terörist/kötü yapan bizleriz!